Çünkü alıştığımız sokakların sessizliği, tanıdık yüzlerin varlığı içimize yerleşmiştir. Tanıdık seslerden, aşina adımlardan uzaklaşmak bir parçanı geride bırakmak gibidir. İşte bu yüzden, bir insanın kendi ülkesini terk etmesi sadece bir yolculuk değil; kimsenin isteyerek seçmeyeceği derin bir kopuştur.Üstelik yalnızca evini değil, taşıyamadığı tüm duygularını; çocukluk hayallerini, sevdiklerinin sesini, geçmişini de geride bırakır. Geride kalan o hayatın kokusu, her adımda biraz daha silinir. Ama insanın onuru, vazgeçemeyeceği tek şeydir. İnsan onuru, kişilerin yaşama sebebidir.
Arash T. Riahi’nin yönettiği “Bir Anlık Özgürlük” isimli filmi, tam da bu kopuşun ve arayışın hikâyesidir. İran’dan, Irak’tan yola çıkan üç farklı grubun Avrupa’ya ulaşma çabasını anlatır. Bir çocuk, sınırda donan gecede babasının elini bırakmaz. Bir kadın, geride bıraktığı evinin kapısını son kez kapatırken gözyaşını saklar.Bir genç, kimliğini değil, onurunu koruyabilmek için sınırı geçer. Hiçbiri macera peşinde değildir. Hepsi sadece insanca yaşamak, bir sabah korkusuzca uyanmak ister.
Filmdeki karakterler, aslında bugün dünyanın dört bir yanında var olan milyonlarca insanın yüzüdür.Savaşın, zulmün ve yoksulluğun karanlığından çıkmaya çalışan; yeni bir başlangıcın peşinde, bilinmeze doğru yürüyen insanlar…Ve tam o anda, insanlığın ortak sesi yankılanır:

“Yaşamak, sadece var olmaktan fazlasıdır.”
Bu filmde izlediğimiz yolculuklar, aslında kimsenin yaşamak istemediği ama milyonlarca insanın yaşamak zorunda kaldığı gerçeklerdir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) 2024 verilerine göre, dünyada 114 milyondan fazla insan, savaş, şiddet, zulüm ya da baskı nedeniyle yerinden edildi.Üstelik bu yolculuklar yalnızca belirsizlikle değil, hayatını kaybetme riskiyle de doludur.Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) verilerine göre, 2024 yılı boyunca dünya genelinde göç yollarında en az 8.565 kişi hayatını kaybetti ya da kayboldu.
Bugün 18 Aralık Uluslararası Göçmenler Günü. Milyonlarca insan hala, güvenli bir yaşam arayışıyla yollara düşmek zorunda kalıyor. Bu sayılar sadece istatistik değil; adı anılmamış hayatlar, yarım kalmış cümleler, eksik bırakılmış düşler demek. Ve bu kayıpların ardından, geride kalanlar için bir el uzatmak, bir ses olmak insanı insan yapan en temel sorumluluğa dönüşüyor.

Umudun İzinde İnsanların Sesinde
Ve işte tam bu yüzden, her 18 Aralık’ta yalnızca göçü değil; bu yolculukların ardındaki insan hikâyelerini, yeniden başlama cesaretini ve dayanışmanın iyileştirici gücünü hatırlıyoruz. O gücü, her gün sahada yaşatan kurumlardan biri: Sosyal Gelişim ve Dayanışma Derneği (SGDD-ASAM).
SGDD-ASAM, bu yıl 30. kuruluş yıldönümünü kutlamaya hazırlanırken; herkesin insan onuruna yaraşır bir yaşam sürebilmesi için dayanışmayı, varlığının merkezinde tutmaya devam ediyor. Bugün Türkiye başta olmak üzere Yunanistan, Suriye, Ukrayna ve Belçika’da faaliyet gösteren ofisleri aracılığıyla; koruma ve hukuki danışmanlıktan psikososyal desteğe, kadınların ve çocukların güçlenmesinden eğitim ve uyum çalışmalarına, temel ihtiyaçlara erişimden sosyal katılımın artmasına kadar pek çok alanda çalışarak insanların iyileşmesi ve güçlenmesi için yollar açıyor.
Ve şunu tam kalbinde hissediyor:
Kimi zaman umudun izinde, kimi zaman insanların sesinde;
yardıma ihtiyacı olan herkesle dayanışma içinde…